Ed Begley (1901-1970)

Ed Begley bir dönem sahne, sinema, radyo ve televizyonda fırtına gibi esen önemli bir aktör; üstelik hem Oscar hem de Tony ödüllü, buna rağmen ne Quinlan’ın Film Yıldızları kitabında ne David Thomson’ın The New Biographical Dictionary of Film’inde ne de David Shipman’ın Büyük Film Yıldızları adlı o kapsamlı çalışmasında adı geçmez. Çok üzücü. Tabii bizim işimiz ağlamak değil, bu isimleri tekrar gün yüzüne çıkarmak. Ne diyordu bir Afrika atasözünde? “Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşana kadar kitaplar avcıyı övmeye devam edecektir.” O kadar! İrlanda göçmeni bir çiftin oğulları olan Edward James Begley 25 Mart 1901’de Connecticut’ta dünyaya gelir. Hartford Globe Tiyatrosu’nda sahneye çıktığında 9 yaşındadır ve gösteri dünyasının bir parçası olmak için yanıp tutuşur. Küçük Ed beşinci sınıftayken okulu bırakır, daha 11 yaşındayken karnavallarda, sirklerde çalışmak için evden kaçar. Yakalanıp ailesine teslim edilir. Aslında ailesi ona iyi davranıyordur ama Ed’in tek amacı, maceraya atılmak ve aktör olmaktır. Tekrar tekrar evden kaçar. Gözaltına […]

Ed Begley (1901-1970)

Ed Begley bir dönem sahne, sinema, radyo ve televizyonda fırtına gibi esen önemli bir aktör; üstelik hem Oscar hem de Tony ödüllü, buna rağmen ne Quinlan’ın Film Yıldızları kitabında ne David Thomson’ın The New Biographical Dictionary of Film’inde ne de David Shipman’ın Büyük Film Yıldızları adlı o kapsamlı çalışmasında adı geçmez. Çok üzücü. Tabii bizim işimiz ağlamak değil, bu isimleri tekrar gün yüzüne çıkarmak. Ne diyordu bir Afrika atasözünde? “Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşana kadar kitaplar avcıyı övmeye devam edecektir.” O kadar!

İrlanda göçmeni bir çiftin oğulları olan Edward James Begley 25 Mart 1901’de Connecticut’ta dünyaya gelir. Hartford Globe Tiyatrosu’nda sahneye çıktığında 9 yaşındadır ve gösteri dünyasının bir parçası olmak için yanıp tutuşur. Küçük Ed beşinci sınıftayken okulu bırakır, daha 11 yaşındayken karnavallarda, sirklerde çalışmak için evden kaçar. Yakalanıp ailesine teslim edilir. Aslında ailesi ona iyi davranıyordur ama Ed’in tek amacı, maceraya atılmak ve aktör olmaktır. Tekrar tekrar evden kaçar. Gözaltına alınır, ailesine teslim edilir, gene kaçar. Yıllarca karnavallarda, fuarlarda, küçük sirklerde çalışır. Bir yandan oyunculuk fırsatlarını kovalarken bir yandan da envaiçeşit işe girer çıkar. Süt dağıtıcısı olarak çalışır, pazarlamacılık yapar, bovling salonlarında kuka dizer (tahmin edebileceğiniz üzere eskiden bunları insanlar diziyordu), çeşitli esnafların yanında ayak işlerine bakar.

Ed Begley 25 Aralık 1917 yılında Going Up müzikalindeki küçük bir rolle (tamirci Sam Robinson) Broadway sahnelerine ilk adımını atar. Oyun çok tutar ve 351 kez sahnelenir. Begley başka roller de kovalar ama bir türlü fırsat bulamaz. Askere gider ve donanmada görev alır. Birçok yerde Ed Begley’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında asker olduğunu okudum ama bunu güvenilir kaynaklardan teyit edemedim. Asker dönüşünde çeşitli işlerde çalışır. 1921 yılında sadece birkaç kez sahnelenen Eyvind of the Hills oyunundan sonra 1943 yılına kadar sahnelerden uzak kalacaktır. Pes etmez, eninde sonunda bir aktör olarak ölmeye karar vermiştir. Değişik işlerde hayatını kazanırken fırsatları kovalamaya devam eder. 1930’larda radyoda çalışmaya başlar. Önceleri sadece takdimcidir; programları ve reklamları duyurur. Zamanla radyo tiyatrolarında ufak-tefek roller almaya başlar. Ses ve diksiyon hakimiyeti, yıllar yılı ülkenin farklı yerlerinde karşılaştığı insanların aksanlarına aşinalığıyla birleşir. Son derece geniş bir yelpazedeki insan tiplerini başarıyla seslendirebiliyordur.

1943 yılında kısa ömürlü iki oyunla sahnelere döner: Land of Fame ve Get Away Old Man. Radyoda yükselişi devam ediyordur. NBC’nin The Adventures of Charlie Chan’ıyla (1944–45), 1932 yılından beri çeşitli radyolarda piyesleri oynanan Charlie Chan serisindeki başrolü kapması hayatını değiştirecektir. Radyoda çok yüksek dinlenme oranlarına sahip olan bu dedektiflik öykülerinde, unutulmaz sesiyle ülke çapında tanınırlığa kavuşacaktır. 1946 yılında The Fat Man adlı radyo oyunundaki Çavuş O’Hara rolüyle yerini iyice sağlamlaştıran Ed Begley, 1947 yılında sahnelere dikkat çekici bir rolle iz bırakacak ve tiyatro kariyeri tırmanışa geçecektir.

Ed Begley (1901-1970) 3 – Ed Begley 1948

Yazarı Arthur Miller’a Tony ödülü kazandıracak olan üç perdelik All My Sons (Hepsi Oğlumdu) oyunundaki rolüyle bir anda dikkatleri üstüne çeken Ed Begley aynı yıl ufak-tefek ama kimi zaman etkili rollerle sinemada gözükmeye başlar. Boomerang! (Geri Tepen Silah, 1947), The Street with No Name (1948), Sorry, Wrong Number (Yanlış Numara, 1948) ve The Great Gatsby (1949) bu dönem rol aldığı filmlerden öne çıkanlar diyebilirim.

Ed Begley 1950’li yıllara anormal bir üretkenlikle başlar. Artık televizyon ve sinema rolleri peş peşe geliyordur. Dört kulvarda (radyo, TV, sinema, tiyatro) doludizgin ilerler. Dark City (Karanlık Şehir, 1950), Convicted (1950), Backfire (1950), Tehlikeli Av (On Dangerous Ground, 1951), The Turning Point (1952) ve Gazeteciler Savaşı (Deadline – U.S.A., 1952) gibi kara filmlerde ve suç filmlerinde rol alır. Radyoda o dönem bir hayli popüler olan Tales of the Texas Rangers serisinde görev alır (bu seriyi dinlemek isteyen olursa diye kaynaklara linkini ilave ediyorum).

Ed Begley (1901-1970) 4 – Ed Begley 1950

1954 yılında 60 kez sahnelenen All Summer Long oyunundaki başarısının ardından, 1955 yılında tiyatro kariyerinin açık ara en önemli rolünü alır. Paul Muni’li Inherit the Wind’de (ikinci büyük rol olan) Matthew Harrison Brady karakterine can verecektir. Jerome Lawrence ve Robert E. Lee’nin birlikte yazdığı, gelmiş geçmiş en iyi tiyatro oyunlarından biri kabul edilen ve 21 Nisan 1955 ile 22 Haziran 1957 arasında tam 806 kez oynanan Inherit the Wind’de 789 kez aynı rolü tekrarlar, hem de Paul Muni gibi bir devin karşısında. Hatta Paul Muni gözünden rahatsızlığında (başrol) Henry Drummond’u da oynar.

1954-55 sezonunda Inherit the Wind’deki performansıyla En İyi Yardımcı Aktör dalında Donaldson Ödülü’nü kazanır. 1955 yılında Antoinette Perry Ödülleri’nin (“Tony”) gölgesinde kaldığı için son kez verilen Donaldson Ödülleri’nin o dönemin en önemli tiyatro ödüllerinden biri olduğunu belirtmem lazım, daha önceki sezonlarda En İyi Yardımcı Aktör dalında ödül alan birkaç ismi sayayım, ödülün ciddiyetini anlayın: Truckline Cafe’deki rolüyle Marlon Brando (1945–46), A Streetcar Named Desire (1947–48) ile Karl Malden, Death of a Salesman (1948–49) ile Arthur Kennedy, The Rose Tattoo (1950–51) ile Eli Wallach ve Point of No Return (1951–52) oyunundaki rolüyle John Cromwell. Başka söze gerek yok.

Akabindeki yıl, 1956’da Inherit the Wind’deki rolüyle bu sefer (halen en prestijli Broadway ödülü kabul edilen) Tony’yi kucaklar. Çocukken kurduğu bir hayalin peşinden inanılmaz bir kararlılıkla koşan Ed Begley 55 yıllık bir mücadelenin ardından devler ligindedir. Sinema ve TV’de yükselişi devam eder. Çoğu zaman matine-suare oynadıkları Inherit the Wind’den fırsat bulup çok sayıda TV dizisinde ve orta metraj TV filminde rol almaya devam eder.

Ed Begley (1901-1970) 5 – Ed Begley 1957

Sinema kariyerinin en iyi rollerinden birini oynadığı ve ilk kez Primetime Emmy’ye aday gösterildiği Patterns’ın (1956) hemen ardından gelmiş geçmiş en iyi mahkeme dramalarından biri olan 12 Öfkeli Adam (12 Angry Men, 1957) gelir. Sürekli terleyen, ön yargılı ve ayrımcı diliyle insanı gıcık eden 10 Numaralı Jüri rolünde sinema tarihinin en büyük oyuncularından resmen rol çalar. 1959 yılında ırkçılık karşıtı filmlerde çok özel bir yere sahip olan, kim ne derse desin, klasik dönemin son büyük kara filmlerinden biri kabul ettiğim Odds Against Tomorrow’da (1959) müthiş bir performans ortaya koyar.

Allen Drury’nin Pulitzer ödüllü romanından 1960 yılında Loring Mandel tarafından sahneye uyarlanan Advise and Consent adlı oyunda harikalar yaratır. 17 Kasım 1960 ile 20 Mayıs 1961 tarihleri arasında 212 kez sahnelenen oyunundaki başrolü, ona sinemada da önemli rollerin kapısını açmakta gecikmez. The Green Helmet’teki (1961) Bartell rolünün ardından kariyerini bir Oscar heykelciliğiyle taçlandıracak olan Tennessee Williams uyarlaması Sweet Bird of Youth (Yaralı Kadın, 1962) gelir. Ed Begley sadece 10 küsur yıl içinde yoksulları, ihtiyarları, alkolikleri, polisleri, hâkimleri, ırkçıları, güçlü iş adamlarını, esnafı, gemicileri, tehlikeli politikacıları ve sıradan aile babalarını aynı inandırıcılıkla oynayabileceğini herkese kanıtlamıştır. 1963 yılında düzenlenen Akademi Ödülü töreninde aday olduğu dalda hangi rakipleri devirmeyi başardığını görünce ona daha çok saygı duyacaksınız: Ömer Şerif (Arabistanlı Lawrence / Lawrence of Arabia), Telly Savalas (Alcatraz Kuşçusu / Birdman of Alcatraz), Victor Buono (Küçük Bebeğe Ne Oldu? / What Ever Happened to Baby Jane?) ve Terence Stamp (Genç Korsanlar / Billy Budd).

Ed Begley (1901-1970) 6 – Ed Begley 1967

Ed Begley Akademi ödülünü hayli geç bir yaşta kazanmış olmasına rağmen TV ve sinemaya aynı tempoda devam eder, üstelik kendini zorlayacak rolleri seçmeye başlar. The Birdgeport Post’a verdiği röportajda İnatçı Kız’daki (The Unsinkable Molly Brown, 1964) rolü için bale dansları aldığını söyler. Neşe içinde dans edip şarkı söylediği bu filmin çok iyi bir film olduğunu söyleyemeyeceğim ama yine de 63 yaşındaki Begley’nin azmini takdir etmemek elde değil.

Ed Begley 1960’lı yıllar boyunca The Defenders, Naked City, The Dick Powell Show, Kraft Mystery Theater, Wagon Train, Rawhide, The Dick Van Dyke Show, The Alfred Hitchcock Hour (Alfred Hitchcock Saati), Dr. Kildare, The Fugitive (Kaçak), The Virginian, Bonanza, The Wild Wild West, The Invaders, Gunsmoke gibi birbirinden meşhur TV dizilerinde misafir oyuncu olarak boy göstermeye devam eder.

1965 yılında Inherit the Wind’in TV uyarlamasında kendisini tiyatroda Tony Ödülü’ne kavuşturan Matthew Harrison Brady rolüyle ikinci kez Primetime Emmy Ödülü’ne aday gösterilir. Warning Shot (1966), The Violent Enemy (Azgınlar Hapishanesi, 1967), aynı yıl çektiği ve kariyerinin en ilginç başkötülerinden (main villain) birine hayat verdiği Billion Dollar Brain (Milyonluk Beyin, 1967) ile sinema kariyerini renklendirmeye devam eder. 1968 yılında Türk sinemaseverlerin onu muhtemelen 12 Öfkeli Adam’la beraber en çok hatırladıkları Clint Eastwood westerni Onları Yükseğe As (Hang ‘Em High, 1968) filminde oynar. Hatırlayacağınız gibi Eastwood’un canlandırdığı Cooper’ın haksız yere idamını onaylayan Wilson’ı Ed Begley canlandırır. Begley aynı yıl Henry Fonda ile James Stewart’ı bir araya getiren kovboy filmi Ateşli Gömlek’te (Firecreek, 1968) oynar. Ertesi yıl 12 Öfkeli Adam’da da karşılıklı oynadıkları Henry Fonda ile Thornton Wilder’ın yazdığı Our Town oyununda aynı sahneyi paylaşacaktır.

Ed Begley (1901-1970) 7 – Ed Begley 1968

Neither Are We Enemies (1970) son TV filmi, başarısız bir Lovecraft uyarlaması olan The Dunwich Horror (1970) ile La route de Salina (1970) da oynadığı son sinema filmleri olur. Ed Begley 28 Nisan 1970’te kendi basın temsilcisi Jay Bernstein’ın evinde verdiği partide geçirdiği kalp krizi sonucu 69 yaşında hayata veda eder. Oğlu Ed Begley Jr. da bilindik bir aktördür ama o başka bir yazının konusu olsun.

Ed Begley aktörlük mesleğinde çok geç tutunduğu ve kendini yaşı hayli ilerlemişken kabul ettirebildiği için çok fazla başrol fırsatı yakalayamadı, daha ziyade karakter oyuncusu olarak tanındı. Görece kısa boylu olduğu için tiyatroda tehditkâr roller oynadığında boyunu yüksek gösteren yüksek tabanlı ayakkabılar giyerdi. Yakışıklı değildi, hatta biraz çirkindi, lakin çok çapkındı ama onun gönül hikâyelerinin yeri burası değil. Çok sevilen ve sayılan, birçok oyuncuya yardımı dokunmuş, eğlenceli biriydi ama en önemli özelliği mütevazı ve kadirşinas oluşuydu. Oscar heykelciğini eline aldığında kendisine filmdeki rolü ayarlayan menajeri (agent) George Morris’e de övgü dolu sözlerle teşekkür etmeyi unutmamıştı.

Oğlu Ed Begley Jr., babasının gösterişi sevmeyen çok tutumlu biri olduğunu, (son birkaç yılı hariç) zengin olduklarında bile sıradan evlerde yaşadıklarını anlatır. Ed Begley’nin Büyük Buhran döneminde inanılmaz sıkıntılar çektiği için acayip tasarruflu biri olduğunu söyler. Oğlunun şu an Amerika’nın en önemli çevrecilerinden ve iklim aktivistlerinden biri olmasına şaşmamalı.

Ed Begley (1901-1970) 8 – Ed Begley 002

Ed Begley çok üretken bir sanatçıydı. 12.000’i aşkın (evet, on iki bin!) radyo oyununda, 200’ün üzerinde TV programında görev aldı. 40 civarında film çekti ve bir düzine kadar Broadway oyununda oynadı. Sürekli ama sürekli üretti. Ve çok çeşitli rollerde şaşırtıcı performanslar ortaya koydu. Bu çalışma için Secrets of the Pirate’s Inn adlı TV filmi ile konuk oyuncu olarak boy gösterdiği bazı dizi bölümlerini seyrettim ama burada dizi bölümü önermiyorum. Secrets of the Pirate’s Inn’de vasat ama The Fugitive dizisindeki avukat rolünde muazzam oynamış mesela. Ya da Bette Davis’in pilot bölümü tutmadığı için çekilmeyen TV dizisi The Decorator’da (1965), Davis’in karşısında gözlerini tek bir kez bile kırpmadan oynadığı renkli bir rolü var.

Maalesef Ed Begley’nin Inherit the Wind’deki (1965) övgülere boğulan Matthew Harrison Brady performansı gibi birkaç meşhur filmine ve dizisine ulaşamadığım için izleyemedim. Ama size onun uzun metraj sinema filmi kariyerinden birkaç filmlik bir seçki sunacağım. Ed Begley yıllar önce “Sizce (iyi) bir aktör nasıl olmalı?” sorusunu, “Aktörlük için dürüst, içten/samimi ve sahici olmak gerekir” şeklinde yanıtlamıştı, kendisi de hep öyleydi.

İyi seyirler…

Gazeteciler Savaşı (Deadline – U.S.A., 1952)

Gazeteciler Savaşı sıkı bir kara film. Begley’yi tecrübeli, kararlı ve kavgacı birini oynadığı rollerde daha bir seviyorum. Gazeteciler Savaşı’nın kurt gazetecisi Frank Allen da onlardan biri. Begley, Humphrey Bogart gibi bir starın karşısında bir an olsun ezilmiyor, hatta rol çalmak için ufak-tefek numaralar (gözlüğü silmek vs.) denediğine de şahit oluyoruz.

Patterns (1956)

Hikâyesi büyük ölçüde Executive Suite (1954) filminden araklanmış olsa da gayet güzel bir film, üstelik Van Heflin, Everett Sloane ve Ed Begley gibi üç yitik dev aynı yapımda. Begley zeki, iyi eğitimli ve tecrübeli bir iş adamını oynuyor. Biraz iştahınızı kabartmak için şöyle bir şey söyleyeyim: Birkaç yıldır ortalığı kasıp kavuran meşhur Succession dizisinin birçok teması bu filmde de vardır.

12 Öfkeli Adam (12 Angry Men, 1957)

12 Öfkeli Adam, gelmiş geçmiş en iyi mahkeme dramalarından biri, “Makul Şüphe” kavramı üzerine çekilmiş en iyi film. Bugüne kadar birine önerip de yüzümü kara çıkarmayan çok az film oldu, biri budur. Duruşma sırasında avukatı, savcıyı hiç dinlemiyoruz, doğrudan doğruya jüri üyeleri üzerinden anlatılmış benzersiz bir öykü. Açık konuşayım, bu filmde kötü oynayan yok, Ed Begley de bir harika.

Odds Against Tomorrow (1959)

Odds Against Tomorrow klasik dönemin son büyük kara filmi (film noir) olabilir. Film, karakterlerin adım adım yapılandırıldığı uzunca bir girizgâhtan sonra kısa ve kanlı bir soygun sahnesiyle biter. Harry Belafonte, Robert Ryan ve Ed Begley bir harika. Aslında öykünün temelde tartıştığı şey, ırkçılık gibi son derece hassas bir konu. Odds Against Tomorrow’yu ne kadar çok sevdiğimi şöyle söyleyeyim, bu yazıya hazırlanırken oturdum, baştan sona tekrar seyrettim. Hatta seyretmekle de kalmadım, Robert Ryan’ın oğlunun katıldığı bir programı izledim, Ryan hakkında yazılan kitaba tekrar göz gezdirdim, bol bol not tuttum. Yakında bir Odds Against Tomorrow yazısı geliyor.

Yaralı Kadın (Sweet Bird of Youth, 1962)

Ben bir Tennessee Williams hayranıyım, bence Williams karakterlerinin psikolojik derinliği çoğu zaman Dostoyevski kahramanlarının derinliğini yakalıyor. Richard Brooks’un Williams’ın oyunundan uyarladığı Yaralı Kadın’ın senaryosu da çok sağlam, kötü oynayan da yok. Geraldine Page, Shirley Knight, Paul Newman ve Ed Begley, hepsi dört dörtlük. Ed Begley kendisine En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Altın Küre (Golden Globe) adaylığı ile Akademi ödülü (Oscar) getiren rolde bir yıldız gibi parlıyor ve tehlikeli biri nasıl oynanır, âdeta ders veriyor.

İnatçı Kız (The Unsinkable Molly Brown, 1964)

Debbie Reynolds’un başrolde oynadığı, altı dalda Oscar’a, üç dalda Altın Küre’ye aday gösterilmiş (bir tane de Umut Vadeden Genç Oyuncu dalında Altın Küre kazanmış) bir müzikal. Ed Begley’ye de Laurel Ödülleri’nde bir adaylık getiriyor. Bence orta karar bir film ama Begley’yi dans edip şarkı söylerken izlemek isteyen kaçırmasın.

Milyonluk Beyin (Billion Dollar Brain, 1967)

Michael Caine’in Harry Palmer serisinin görece zayıf bir filmi. Ama Oscar Homolka, Ed Begley ve Catherine Deneuve’ün erken yaşta hayatını kaybeden yetenekli ablası Françoise Dorleac filmi ilginç kılıyorlar. Ed Begley filmin kötü adamı. Begley ilk kez 65. dakikada görünür, kâh kitlelere Hitler’vari hamasi bir konuşma yapar kâh bir tüfekle aralıksız ateş eder ama bu Teksaslı anti-komünist psikopat generalden asla gözlerini alamazsınız.

Onları Yükseğe As (Hang ‘Em High, 1968)

38 yaşındaki Clint Eastwood’un bir Hollywood filmindeki ilk başrolü. Buna rağmen, bir linç olayının ardından gelen intikamın hikâyesini anlatan Onları Yükseğe As, Eastwood’un unutulmaz westernlerinden biri olarak kabul ediliyor. Yardımcı oyuncular şampiyonlar ligi gibi: Pat Hingle, L.Q. Jones, Bruce Dern, Dennis Hopper, Ben Johnson, Charles McGraw ve Ed Begley. Begley, Clint Eastwood’un canlandırdığı Cooper’ı yok yere astırarak canavarı uykusundan uyandıran Yüzbaşı Wilson rolünde kısa ekran süresine rağmen döktürüyor. Finalini unutmanın pek mümkün olmadığı filmlerden, o finale güç katan da Begley’nin yüzündeki dehşet ifadesi olsa gerek.

Ateşli Gömlek (Firecreek, 1968)

Henry Fonda’yı ilk kez kötü adam (villain) rolünde gördüğümüz film (evet, Sergio Leone’nin Batıda Kan Var’ı bundan sonra çekildi), kasabasını koruyan bir şerifi anlatıyor. Evet, bilhassa final bloğunda bariz bir High Noon (Kahraman Şerif) etkisi var ama olsun. Henry Fonda, James Stewart, Dean Jagger, Jack Elam ve Ed Begley gibi devleri bir araya getiren güzel bir aksiyon.

Öteki Sinema için yazan Ertan Tunç

KAYNAKLAR

Post Views: 1

Benzer Yazılar

Bir Devin Ardından: Donald Sutherland (1934-2024)

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerKaynaklar Sanırım Donald Sutherland’i ilk kez Sylvester Stallone’nin Hürkan (Lock Up, 1989) filminde izledim, 90’ların başı olmalı. Hürkan’ın video kasetini kiralayıp defalarca seyretmiştim, Sutherland o filmde psikopat cezaevi müdürü Drumgoole’u oynuyordu. Zamanla sayısız örneğini başarıyla sunduğunu öğreneceğim gaddar, insafsız adam rollerinden biriydi. Donald Sutherland bu tip karakterleri özel dikim bir kıyafet gibi üstüne geçirmekte hiçbir sıkıntı çekmiyordu, rolüyle bütünleştiğini hissediyordunuz. Sinemada seyrettiğim ilk filmi Uzay Kovboyları (Space Cowboys, 2000) olmalı. Sonraları sinema tarihinin klasiklerini toplayıp seyretmeye başladığımda birdenbire çok sık karşıma çıkan bir isim olmaya başladı. En özgün savaş filmlerinden, gişe canavarı 12 Kahraman Haydut (The Dirty Dozen, 1967), Robert Altman’ın hınzır komedisi Cephede Eğlence (MASH, 1970), Clint Eastwood’lu Çılgın Savaşçılar (Kelly’s Heroes, 1970), savaş-karşıtı filmlerin en iyi ve en yaratıcı örneklerinden Johnny Got His Gun (1971), Jane Fonda ile karşılıklı döktürdükleri neo-noir Klute (Fahişe, 1971), evlat acısını kalbimize kazıdığı Karanlığın Gölgesi (Don’t Look Now, 1973), John Schlesinger’in şaşırtıcı çalışması […]

Her Platforma Üye Olmak Zorunda Mıyız?

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerLisans Anlaşmaları ve Jeo-Bloklama: Kullanıcının Kafasını Karıştıran İkili Pazar sabahı, elimde kahvem, kanepede yayıldım ve dedim ki, “Bugün tam film izlemelik bir gün!” İşim gereği, neredeyse her platforma üyeyim: Netflix, Amazon Prime, Disney+, BluTV, Gain, Exxen… Neredeyse yok yok! Ama gelin görün ki, her ay tonla para bayıldığım bu platformlarda aradığım, izlemek istediğim filmi bulamıyorum! Her seferinde aynı sonuç, filmi bulduğum yer yine Stremio! Evet, Stremio’nun yasal olmadığını biliyorum. Ama bahis reklamlı korsan sitelerin kucağına düşmekten iyidir herhalde. Peki, bu kadar çok dijital platforma üye olduğumuz halde aradığımız filmi-diziyi neden bulamıyoruz? Gelin bu birinci dünya derdine biraz daha üzülelim. 2010’ların başında Netflix’in küresel başarıya ulaşmasıyla dijital içerik devrimi başladı. Netflix, kullanıcılarına geniş bir içerik yelpazesi sundu ve tek bir abonelikle sayısız film ve diziye erişim imkanı tanıdı. O zamanlar her şey güzeldi. Ancak ne olduysa, büyük içerik üreticileri ve dağıtımcıları kısa sürede bu modelin avantajlarını fark etti ve herkes kendi […]

Ronin (1998) – Öteki Sinema

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerKAYNAKLAR “Ronin toprağı veya efendisi olmayan köylü asker ya da samuraylara denirdi. Onlar onurlarını ya da efendilerini yitirdiklerinden ülkede durmadan dolaşır ve başka bir lord kendilerini yanma alana dek geçinmeye çalışırlardı. Bir Ronin’in yeni iş bulması da çok zordu.”Şogun Brian De Palma’nın yönettiği Görevimiz Tehlike’nin (Mission: Impossible, 1996) 450 milyon dolarlık vizyon geliriyle o yılın dünya çapında en büyük gişe başarısını elde etmesinin ardından (Tom Cruise’un sadece bu filmden o tarihte tek başına 20 milyon dolar kazandığı söylenir) benzer temaları (casusluk, karşı-casusluk ve önemli bir nesneyi/cihazı/silahı ya da bilgiyi ele geçirme) ele alan yapımların sayısı artmaya başladı, Enemy of the State (Devlet Düşmanı, 1998) ile Ronin’in (1998) bu dönemin öne çıkan filmleri olduğunu söyleyebilirim. Ronin’i kült mertebesine çıkaran birkaç temel özelliği var. Öncelikle olağanüstü bir kadrosu olduğunu söylemem lazım. Yönetmen koltuğunda gerilim (Seven Days in May, 52 Pick-Up), aksiyon (The Train), suç (Black Sunday, French Connection II) ve casusluk (The […]

0 Yorum

Yorum Yaz

Rastgele

Web sitemiz, gezinme deneyiminizi ve ilgili bilgileri sağlamak için çerezleri kullanır. Web sitemizi kullanmaya devam etmeden önce, şunları kabul etmiş olursunuz.