İLGİ MANYAĞI – İNCELEME

Son yıllarda İskandinav sinemasına ayrı bir ilgimin olduğunu ve en sevdiğim yönetmenin de yine İskandinav yönetmenlerden olan Nicholas Winding Refn olduğunu yazılarda çokça belirttiğimi hatırlıyorum. Aslında yakın bir kültürümüz yok. En sevdiğim yapımlar genelde Türk sinemasından çıkıyor ki bunun sebebi de bizden olması. Ne kadar yakınsa o kadar güzel geliyor. Ya da belki de konforlu geliyor olabilir. Yakınlık hissedebilmek ve karakterlere ısınabilmek daha kolay geliyor da olabilir fakat tabi ki bu her yapım için de geçerli değil. İskandinav kültürürüyle çok bir açıdan bir benzerliğimiz yok denilebilir bana göre. Fakat yine de bütünsel olarak baktığımda sinemasında beni çeken ince bir şey var. Ne olduğunu anlamıyorum ama belki slow burn diye tabir edilen şekilde ilerleyen hali, her sahnenin olabildiğince estetik olması, kendi içlerinde birbirleri dahil dünyanın hiçbir ülkesindeki hiçbir sinemaya benzemeyen apayrı bir janra sahip olması olabilir. Bu kadar kendilerine has ve stilize oluyor olması da bu filmleri izlemeye değer bir hale […]

İLGİ MANYAĞI – İNCELEME

Son yıllarda İskandinav sinemasına ayrı bir ilgimin olduğunu ve en sevdiğim yönetmenin de yine İskandinav yönetmenlerden olan Nicholas Winding Refn olduğunu yazılarda çokça belirttiğimi hatırlıyorum. Aslında yakın bir kültürümüz yok. En sevdiğim yapımlar genelde Türk sinemasından çıkıyor ki bunun sebebi de bizden olması. Ne kadar yakınsa o kadar güzel geliyor. Ya da belki de konforlu geliyor olabilir. Yakınlık hissedebilmek ve karakterlere ısınabilmek daha kolay geliyor da olabilir fakat tabi ki bu her yapım için de geçerli değil. İskandinav kültürürüyle çok bir açıdan bir benzerliğimiz yok denilebilir bana göre. Fakat yine de bütünsel olarak baktığımda sinemasında beni çeken ince bir şey var. Ne olduğunu anlamıyorum ama belki slow burn diye tabir edilen şekilde ilerleyen hali, her sahnenin olabildiğince estetik olması, kendi içlerinde birbirleri dahil dünyanın hiçbir ülkesindeki hiçbir sinemaya benzemeyen apayrı bir janra sahip olması olabilir. Bu kadar kendilerine has ve stilize oluyor olması da bu filmleri izlemeye değer bir hale getiriyor.

İlgi Manyağı, orijinal ismiyle Syk Pike da Norveçli genç yönetmen Kristoffer Borgli’ye ait olan bir İskandinav gerilimi. Filmin hem yönetmeni hem de senaristliğini üstlenen Borgli bana kalırsa herkes tarafından sevilmesi ve hatta izlenmesi oldukça zor bir işe imza atmış. Sevebilmeniz çok zor ama sevimsizlikten kendini sevdiren film tiplerinden. O kadar çıplak bir şekilde sizi rahatsız etmeyi amaçlamış ki sırf bu cesareti bile takdire şayan. Kısacası son derece rahatsız edici fakat bir o kadar da güzel bir film. Yer yer Darren Aronofsky’nin hayali ikilem ve şizofreni arasında gidip gelen sahnelerini anımsatsa da geneli itibariyle bambaşka.

Birbirleriyle de birbirleri olmadan da yapamayan çiftimiz Signe ve Thomas, garip alışkanlıkları ve özelliklerini birbirlerinden gizlemeyen ve birbirlerini kırmaya odaklı yaşayan oldukça toksik bir çift. Tamamen birinin kendini diğerinden daha üstün hissetmesi bunla tatmin olması ve işleri yarış döngüsüne bindirmeleriyle iyice büyük bir çıkmaza girmişler. Sanatıyla var olmaya ve onla yaşamaya çalışıyormuş gibi gösterilen Thomas hırsızlık üzerine bir tarz belirleyip bununla ilerlemeye çalışan genç bir adamken, Signe daha tekdüze bir hayatı olan ve ilgi çekmek için sürekli kendi sağlığı ve özellikleriyle ilgili yalan hikayeler uyduran bir kadın. Film afişi yüzünden sanki tabiri karşılayan kişiyi Signe’ymiş gibi gösterirken Thomas da ilgi manyaklığı ve ışıklar üzerimde olsun hastalığını gayet bariz sergileyen bir karakter. Fakat hırsızlığı bir dereceye kadar Thomas’ın ilerlemesine bir engel oluşturmamışken Signe kendi kendine oluşturduğu hastalığıyla dahi yeterli ilgiye erişemeyen bir halde.

İkili arasından daha acınası durumda olan taraf birazcık daha Signe. Bir insanın ne kadar çaresiz kalabildiği ve ilgi uğruna kendine bilerek zarar verme konusunda ne kadar ileri gidebileceğini izledikçe inanılmaz geriliyorsunuz. İzledikçe kendi etrafınızdaki Signeleri de fark etmeye başlamanız ayrıca garip. Hem iyi hem kötü. Ama sonuçta size ‘Signe gibi’ tabirini kazandıran bir yapım – en azından bana kazandırdı.

Film tam olarak nerden nereye geldi diyebileceğiniz bir yapıda ilerliyor. Bir insanın ilgi uğruna kendini bu denli feda etmesi karşısında şok olmamak elde değil. Fakat kurgu o kadar başarılı ki filmde asla bir düze çıkma olmayacağını ve gitgide Signe’nin yüzü gibi filmin de deforme olacağını hissediyorsunuz. Yani başlarda kafedeki köpek saldırısı sahnesinin gerçekte nasıl olduğunu gördüğümüz sahnelerle Signe’nin mutlu hayalleri temelde aynı tarzda çekilmiş olsa da filmdeki o anla alakası olmayan bütün sahneleri bir süre sonra rahat şekilde ayırt etmeye başlıyorsunuz. Tabi bu kötü bir özellik değil. Çünkü yine de ‘acaba mı?’ tarzında bir düşünceniz olabiliyor ama sonra zaten imkânsız olduğunu anlıyorsunuz.

Kötü yanları yok mu, bence var. Biraz fazla abartılı. Yani evet bir çöküş hikayesi izliyoruz fakat bir insanda dur hissinin asla olmaması belki biraz fazla abartılarak sunulmuş olabilir. Evet, psikolojik bir vaka fakat yine de biraz daha inandırıcı ve sakin düzeyde ilerlese nasıl olur demeden de duramıyorsunuz bazı noktalarda. Bu ne kadar kötü sayılır tabi orası yine de tartışılır. Arada akıbeti gösterilmeyen birkaç karaktere ne olduğu gösterilse o da güzel olabilirdi.

Sonuç olarak İlgi Manyağı; izlerken bazen dayanamayacağınız hatta yer yer bakamayabileceğiniz derecedeki rahatsız edici sahneleri ve bunları inanılmaz stilize bir şekilde sunmasıyla, harika şekilde ilerleyen kurgusu ve gerçekçi diyaloglarıyla, uçlarda gezinmesine rağmen bir o kadar tanıdık olmasıyla mutlaka izlenmesi gereken ve yönetmenini de radara aldıran oldukça başarılı filmlerden.

  • Yönetmenlik – 8/10
  • Kurgu – 8/10
  • Sinematografi – 7/10
  • Senaryo – 7/10
  • Oyunculuklar – 7/10

7.4/10

Benzer Yazılar

Bir Devin Ardından: Donald Sutherland (1934-2024)

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerKaynaklar Sanırım Donald Sutherland’i ilk kez Sylvester Stallone’nin Hürkan (Lock Up, 1989) filminde izledim, 90’ların başı olmalı. Hürkan’ın video kasetini kiralayıp defalarca seyretmiştim, Sutherland o filmde psikopat cezaevi müdürü Drumgoole’u oynuyordu. Zamanla sayısız örneğini başarıyla sunduğunu öğreneceğim gaddar, insafsız adam rollerinden biriydi. Donald Sutherland bu tip karakterleri özel dikim bir kıyafet gibi üstüne geçirmekte hiçbir sıkıntı çekmiyordu, rolüyle bütünleştiğini hissediyordunuz. Sinemada seyrettiğim ilk filmi Uzay Kovboyları (Space Cowboys, 2000) olmalı. Sonraları sinema tarihinin klasiklerini toplayıp seyretmeye başladığımda birdenbire çok sık karşıma çıkan bir isim olmaya başladı. En özgün savaş filmlerinden, gişe canavarı 12 Kahraman Haydut (The Dirty Dozen, 1967), Robert Altman’ın hınzır komedisi Cephede Eğlence (MASH, 1970), Clint Eastwood’lu Çılgın Savaşçılar (Kelly’s Heroes, 1970), savaş-karşıtı filmlerin en iyi ve en yaratıcı örneklerinden Johnny Got His Gun (1971), Jane Fonda ile karşılıklı döktürdükleri neo-noir Klute (Fahişe, 1971), evlat acısını kalbimize kazıdığı Karanlığın Gölgesi (Don’t Look Now, 1973), John Schlesinger’in şaşırtıcı çalışması […]

Her Platforma Üye Olmak Zorunda Mıyız?

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerLisans Anlaşmaları ve Jeo-Bloklama: Kullanıcının Kafasını Karıştıran İkili Pazar sabahı, elimde kahvem, kanepede yayıldım ve dedim ki, “Bugün tam film izlemelik bir gün!” İşim gereği, neredeyse her platforma üyeyim: Netflix, Amazon Prime, Disney+, BluTV, Gain, Exxen… Neredeyse yok yok! Ama gelin görün ki, her ay tonla para bayıldığım bu platformlarda aradığım, izlemek istediğim filmi bulamıyorum! Her seferinde aynı sonuç, filmi bulduğum yer yine Stremio! Evet, Stremio’nun yasal olmadığını biliyorum. Ama bahis reklamlı korsan sitelerin kucağına düşmekten iyidir herhalde. Peki, bu kadar çok dijital platforma üye olduğumuz halde aradığımız filmi-diziyi neden bulamıyoruz? Gelin bu birinci dünya derdine biraz daha üzülelim. 2010’ların başında Netflix’in küresel başarıya ulaşmasıyla dijital içerik devrimi başladı. Netflix, kullanıcılarına geniş bir içerik yelpazesi sundu ve tek bir abonelikle sayısız film ve diziye erişim imkanı tanıdı. O zamanlar her şey güzeldi. Ancak ne olduysa, büyük içerik üreticileri ve dağıtımcıları kısa sürede bu modelin avantajlarını fark etti ve herkes kendi […]

Ronin (1998) – Öteki Sinema

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerKAYNAKLAR “Ronin toprağı veya efendisi olmayan köylü asker ya da samuraylara denirdi. Onlar onurlarını ya da efendilerini yitirdiklerinden ülkede durmadan dolaşır ve başka bir lord kendilerini yanma alana dek geçinmeye çalışırlardı. Bir Ronin’in yeni iş bulması da çok zordu.”Şogun Brian De Palma’nın yönettiği Görevimiz Tehlike’nin (Mission: Impossible, 1996) 450 milyon dolarlık vizyon geliriyle o yılın dünya çapında en büyük gişe başarısını elde etmesinin ardından (Tom Cruise’un sadece bu filmden o tarihte tek başına 20 milyon dolar kazandığı söylenir) benzer temaları (casusluk, karşı-casusluk ve önemli bir nesneyi/cihazı/silahı ya da bilgiyi ele geçirme) ele alan yapımların sayısı artmaya başladı, Enemy of the State (Devlet Düşmanı, 1998) ile Ronin’in (1998) bu dönemin öne çıkan filmleri olduğunu söyleyebilirim. Ronin’i kült mertebesine çıkaran birkaç temel özelliği var. Öncelikle olağanüstü bir kadrosu olduğunu söylemem lazım. Yönetmen koltuğunda gerilim (Seven Days in May, 52 Pick-Up), aksiyon (The Train), suç (Black Sunday, French Connection II) ve casusluk (The […]

0 Yorum

Yorum Yaz

Rastgele

Web sitemiz, gezinme deneyiminizi ve ilgili bilgileri sağlamak için çerezleri kullanır. Web sitemizi kullanmaya devam etmeden önce, şunları kabul etmiş olursunuz.