Video oyunu dünyasında iç ısıtan, tatlı ve sevimli oyunlar son birkaç yılda oldukça popüler hale geldi. Malum, artık oyun oynayan birçok kişinin silahla insan öldürmekten daha farklı şekillerde rahatlamaya ihtiyacı var.Tiny Roar tarafından geliştirilen ve Daedalic Entertainment tarafından bir Erken Erişim oyunu olarak piyasaya sürülen Into the Emberlands, o iç ısıtıcı oyunların en son örneği. Yalnız, bu oyunun tek olayı, tatlı ve rahatlatıcı olması değil, merak etmeyin.
Into the Emberlands, aslında bir hayatta kalma ve keşif oyunu. İçerisinde birçok “rogue like” elementleri de bulunduruyor tabii ki. Amacımız, karanlık ve kasvetli bir miazma tarafından tehdit edilen dünyada Knack isimli sevimli canlıların yuvalarını kurtarmak. Oyundaki adımız Işık Taşıyan ve elimizdeki ışık ile hem miazmaya karşı savaş verebiliyoruz, hem kaybolan canlıları bulabiliyoruz, hem de topladığımız materyalleri kullanarak köyü yeniden yapılandırıyoruz.
Into the Emberlands ile sunulan dünya prosedürel olarak oluşturuluyor. Zaten oyunun “rogue like” yapısının en büyük kaynaklarından biri de bu. Sürekli genişleyen ve değişen bu dünyayı keşfetmek hiçbir zaman kendisini tekrar etmiyor. Bu sırada tabii ki materyaller ve canlılar topluyoruz köyümüz için. Oyunun içerisinde tehditler de var tabii ki; miazmanın içinde karşımıza farklı yaratıklar çıkıyor ve kendileriyle savaşmak zorunda kalabiliyoruz hayatımıza devam edebilmek için.
Into the Emberlands içerisindeki düşmanlarımız da sürekli olarak gelişeceği için köyümüze döndüğümüz zaman oradaki canlılardan yardım alabiliyoruz, ekipmanlarımızı iyileştirebiliyorlar. Böylece, bir sonraki koşumuzda çok daha ileriye gidebiliyoruz, daha fazla canlı ve materyal toplayabiliyoruz. Klasik bir “rogue like” mantığı var yani. Eğer benzer bir türde oyun oynadıysanız, bu oyunda karşınıza nelerin çıkacağını az çok biliyorsunuz demektir bence.
Into the Emberlands, ülkemize özel bir fiyatlandırma ile 4 USD üzerinden satılıyor ve bu fiyatın karşılığında sürekli olarak köyünüzün çevresini keşfediyorsunuz. Daha önce de dediğim üzere bu çevre prosedürel olarak gelişiyor. Bu alanlarda hem ekipmanlarınızı akıllıca kullanmanız gerekiyor, hem de kayıp canlıları bulmanız gerekiyor. Aynı zamanda oyunda minimal seviyede bir kaynak yönetimi de var. Bu mekaniklerin hiçbiri rahatsız etmiyor, hepsi gayet rahatlatıcı.
Köyünüzü geliştirmek ve genişletmek, bir sonraki maceranızda daha uzağa gidebileceğinizi veya o maceranın daha kolay olabileceğini sizlere sunuyor. Oyun, günlük bazda sunuluyor. Yani, her gün maceralara çıkıyorsunuz, işiniz bitince günü bitiriyorsunuz ve bir sonraki güne geçiyorsunuz. Kaynaklarınızı isterseniz daha büyük geliştirmeler için bir sonraki güne aktarabiliyorsunuz veya köyünüzün merkezindeki hiçbir zaman sönmemesi gereken mumu destekleyebiliyorsunuz.
Şunu söylemem gerekiyor ki Into the Emberlands oyununda öldüğünüz zaman ne olduğunu bilmiyorum; henüz ölmedim oyunda ve sırf bunu görebilmek için bilerek de ölmek istemedim. Oyun, bu bakımdan bir tık kolay olan tarafta. Yani, muhtemelen siz de pek sık ölmeyeceksiniz ki oyunun mantığı bu zaten. Eğer sürekli ölecek ve zorlanacak olsaydınız, bu oyunu diğer tatlı ve sevimli, iç ısıtan ve rahatlatıcı olan oyunların arasında görmezdik.
Yalnız, tabii ki Into the Emberlands ile kusursuz bir deneyim sunulmuyor. Erken Erişim sürecine yeni başlamış bir oyun olarak özellikle yaşam kalitesi cephesinde çok fazla eksikliğe sahip. Yani, yere eşya atmak gibi basit aksiyonlar bile henüz eksik. Ayrıca kamera kontrolleri de pek sağlıklı, kaliteli hissettirmiyor. Ayrıca oyunda ufak tefek birkaç hata da var ama bunların hiçbiri sizin oynanışınızı veya ilerleyişinizi doğrudan etkilemiyor. En azından ben öyle bir hata ile karşılaşmadım.
Into the Emberlands, tam olarak lanse edildiği gibi bir oyun ve kendisini önermemek çok zor. Karşımızda, sınırlı kaynaklarla ve düşmanlarla yüzleşeceğiniz, sevimli bir yönetim odaklı “rogue like” oyunu bulunuyor. Oyunda en çok sevdiğim şey, hareket etmenin akıllıca bir mekanik olması. Kareden bir diğer kareye geçmenin bir tür yakıt tükettiği eski tip bir oyun gibi kendisi. Bu oyunda yakıt yerine ışık tüketiyoruz ve bir kez söndüğünde oyun bitiyor.
Işığınız söndüğü zaman bazı yükseltmeler sizinle kalmaya devam ediyor ama attığınız her adımı iyice düşünmeniz gerekiyor En küçük bir hata bile size pahalıya mal olabilir. Buna rağmen, zaman tamamen sizin tarafınızda. miazmaya yapacağınız bir sonraki yolculuğu planlamak için istediğiniz kadar zaman ayırabilirsiniz ve sanat yönetimi, oyuna bakmayı bir zevk haline getiriyor. Sadece, daha iyi grafik seçenekleri olmasını isterdim. Oyuna bakmak bazen çok karışık hissettiriyor.
Mesela, ana köyde gezinmek şu anda olması gerektiğini düşündüğüm kadar kolay değil ve önünüzdeki binaları daha rahat seçmek için kamerayı daha özgürce hareket ettiremiyorsunuz. Görsel tasarım da buna yardımcı olmuyor. Bununla birlikte, geliştiricilerin sadece harika görünmeyi değil, aynı zamanda harika oynayan bir oyun sunmayı başardıkları da açık. Gelecekteki güncellemeleri ve tam sürümde bitmiş deneyimin nasıl olduğunu görmek için sabırsızlanıyorum.
Into the Emberlands oyununun diğer rahatlatıcı oyunlara benzemediğini söylüyormuşum gibi hissedebilirsiniz. Bazı benzer oyunlar, oyun kısmına değil de rahatlık kısmına çok fazla odaklanıyor ve bu kendi başına kötü bir şey değil ama incelediğim bu oyun; oyun olmak, zorlayıcı olmak, sevimli olmak ve bir sanat olmak arasında harika bir denge kuruyor. Bu yüzden de eğer türü seviyorsanız, gördüğünüz şey de hoşunuza gidiyorsa, bu oyunu sizlere rahatlıkla önerebilirim.
0 Yorum