Şirin Bahar Demirel: ‘Kadınların görmezden gelinen ya da yok edilen hikayeleri, ilgilendiğim bir konu’

Şirin Bahar Demirel’in Kadınlar Ülkesi belgeselini izlemiştim daha önce. Son filmi Zarafet ve Şiddet Arasında filmine bu yıl yedincisi yapılan Kadın Yönetmenler Festivali’nde deneysel jürisi olarak en iyi film ödülü verdik. Filmin tarzı ve duygusunun uyumu gerçekten de etkileyici. Yönetmene sorularımı ilettim, iyi okumalar… Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir Merhaba Şirin, öncelikle seni biraz tanıyalım… Merhaba, ben kolaj, video ve belgesel film yapan bir yönetmen ve görsel sanatçıyım. Galatasaray Üniversitesi’nde Radyo-TV-Sinema okudum, daha sonra Fransa’da Kültürel Projelerin Sanat Yönetimi üzerini yüksek lisans yaptım. Üniversite yıllarında Belgesel Sinemacılar Birliği’nde gönüllü olarak çalışırken (ki o zamanlar 1001 Belgesel Film Festivali yapılıyordu ve bir okul gibiydi), bu türün beni kurmacadan çok daha fazla heyecanlandırdığını fark ettim. Son 10 senedir de belgesel formunu çekiştirip farklı şekillere sokarak, çoğunlukla film ve video üretmeye çalışıyorum. Bir kısa filmci olarak tarzını nasıl yorumlarsın, gezi olaylarına değiniyorsun, mülteci kavramıyla birlikte evin neresi olduğunu sorguluyorsun, en sonda buluntu […]

Şirin Bahar Demirel: ‘Kadınların görmezden gelinen ya da yok edilen hikayeleri, ilgilendiğim bir konu’

Şirin Bahar Demirel’in Kadınlar Ülkesi belgeselini izlemiştim daha önce. Son filmi Zarafet ve Şiddet Arasında filmine bu yıl yedincisi yapılan Kadın Yönetmenler Festivali’nde deneysel jürisi olarak en iyi film ödülü verdik. Filmin tarzı ve duygusunun uyumu gerçekten de etkileyici. Yönetmene sorularımı ilettim, iyi okumalar…

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Merhaba Şirin, öncelikle seni biraz tanıyalım…

Merhaba, ben kolaj, video ve belgesel film yapan bir yönetmen ve görsel sanatçıyım. Galatasaray Üniversitesi’nde Radyo-TV-Sinema okudum, daha sonra Fransa’da Kültürel Projelerin Sanat Yönetimi üzerini yüksek lisans yaptım. Üniversite yıllarında Belgesel Sinemacılar Birliği’nde gönüllü olarak çalışırken (ki o zamanlar 1001 Belgesel Film Festivali yapılıyordu ve bir okul gibiydi), bu türün beni kurmacadan çok daha fazla heyecanlandırdığını fark ettim. Son 10 senedir de belgesel formunu çekiştirip farklı şekillere sokarak, çoğunlukla film ve video üretmeye çalışıyorum.

Bir kısa filmci olarak tarzını nasıl yorumlarsın, gezi olaylarına değiniyorsun, mülteci kavramıyla birlikte evin neresi olduğunu sorguluyorsun, en sonda buluntu film örneğiyle aile, kayıplar ve anılar üzerine bir seremoni sunuyorsun. Belgeselle deneysel arasında bir yol gibi…

Evet şimdiye kadar daha çok video ve kısa film yaptım ancak kendimi kısa filmci olarak tanımlamıyorum, o sırada elimdeki proje nasıl bir zamana yayılmak istiyorsa onu takip ediyorum. Anlatmayı seçtiğim konularda, mutlaka kişisel bir bağımın olduğu, çıkış noktası benim deneyimime dayanan anlatılar oluyor. Kişisel olandan başlayıp, toplumsal ve politik olana açılıyorlar. Biçim olarak daha “oyunlu” bir sinema dili tercih ediyorum, dediğin gibi deneysel ve yaratıcı belgesel denen türe daha yakın işler üretmeyi seviyorum. Çok Agnes Varda izledim öğrenciyken, belki ondandır.

Zarafet ve Şiddet Arasında özel bir film. Bir yandan da dünyada ve bizde çokça denenen bir alan olmaya başladı. Aile albümlerindeki fotoğraflar, geçmişe dair oluşan algılar ve onlara değen sihirli eller. Bu konuda neler söylersin?

Şimdiye kadarki işlerimde arşiv ve buluntu görüntü sıkça kullanıyordum. Kendi çektiğim görüntüler ve hali hazırda var olanlar arasında bir diyalog kurmak ve bu karşılaşmalardan beklenmedik anlatılar çıkartmak çok heyecanlı geliyor bana. Ancak Zarafet ve Şiddet Arasında, kendi ailemin fotoğraf arşivine daldığım ilk proje oldu. Hep yarım yamalak duyduğum fiziksel ya da psikolojik şiddet hikayelerinin izini fotoğraflarda neden göremiyorum; bu kayıp izleri, şiddeti yaratan ve yaşayanların elinden çıkanlarda, misal bir yağlıboya tabloda ya da bir nakışta bulabilir miyim gibi soruların peşinden gittiğim bir proje bu. Dolayısıyla hem ellerin hem fotoğrafların belleğini didik didik etmekti amacım.

Hafızayla çok iç içe bir tür olduğu için belgesel, aile fotoğrafları da bir bakıma hem kişisel hem toplumsal bir arşiv görevi görüyor belgeselciler için. Çünkü uyandırdıkları duygusal etkilerin yanı sıra, albümler sosyolojik açıdan da çok zengin kaynaklar: Toplumsal normların bir kaydı olarak okunabilirler, özellikle ataerkil aile yapısının sakladıkları, göstermeyi seçtikleri ve gösterme biçimleri konusunda çok sağlam ipuçları saklıyorlar. Bu sularda dolaşan filmler, bir izleyici olarak benim de çok ilgimi çekiyor.

Kadınlar Ülkesi’nde kendi ülke değiştirmenle birlikte duygularına farklı bir açıdan tercüman arıyor gibisin. Belgeselin özellikle aileler ile bağ kurduğun kısmı çok samimi geçiyor, o aşamaları dinleyebilir miyiz senden? Bir belgesel başladığı gibi bitmez genelde, sen neler yaşadın bu aşamada?

Kadınlar Ülkesi, Suriye’deki savaşın yarattığı yıkımla evlerini, yurtlarını kaybetmiş ve uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından, tamamen rastgele bir şekilde Florida’ya yerleştirilmiş iki ailenin, özellikle de ailenin kadınlarının ve kız çocuklarının yeni hayatları etrafında dolanan bir belgesel. İlk orta-uzun metraj denemem. Ailelerle kurduğum ilişkilerdeki samimiyeti hissetmenize sevindim. Hiç tanımadığınız insanların evine her hafta sonu elinizde kamerayla gidip bütün günü orda geçirmek bir ilişki kurmadan pek mümkün değil tabii ki, ancak kurduğumuz bu bağı sağlayan şeylerin başında, bence benim Huda ve Fatima’nin nasıl yaşadıklarına, ne hissettiklerine, günlük yaşamlarını nasıl yürüttüklerine olan samimi merakım geliyor. Yani çekim boyunca onlara sorduğum sorular, filmde olsa iyi olur dediğim konular değil, gerçekten merak ettiğim sorulardı. Bunu hissedip cömertçe evlerini ve içlerini bana açmaları, çok büyük bir duygusal ve tabii ki ahlaki sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Gerçek insanların, gerçek hayatlarını kayıt altına almak, bu kayıtları kurgulayıp bir hikaye çıkartmak çok ciddi bir eylem. Filmin anlatısını oluştururken bana yol gösteren en büyük şey de bu sorumluluk oldu.

Zarafet ve Şiddet Arasında’nın güzelliği katman katman ilerlemesinde yatıyor, tekniği çok başarılı, duygusal bir arayışın, bir kırgınlığın iziyle karşılaşmak üzücü. Senin bu filmi çekerken motivasyonun neydi?

Kadınların kaybedilen, görmezden gelinen, küçümsenen ya da düpedüz yok edilen hikayeleri ve tabii bunun altında yatan güç dinamikleri, genel olarak ilgilendiğim bir konu. Özellikle anneler, anneanneler üzerinden kız çocuklarına aktarılan kuşaklararası kodlar; patriyarkal dünyaya karşı durmayı, direnmeyi, dayanışmayı aktaran. Bu filmde de kendi aileme dönerek, orada hasır altı edilen hikayelere bakmak istedim. Onaylanmış aile yapılarının sergilendiği fotoğraf albümlerini kazımaya, orada göremediğim hikayeleri elin hafızasında, dokunduklarında ve ürettiklerinde aramaya başladım. Bir yandan ben daha doğmadan yaşananları anlamlandırmaya çalışarak kendi hayatımda bir yere koymak, bir yandan da bana kalan o duygusal mirasın ne olduğunu sorgulamaktı motivasyonum. Tabii ki film sadece beni ilgilendiren hatıralardan bahsetmiyor, aile içi şiddet ve psikolojik rahatsızlıklar gibi konuşulmayan ve konuşulmadıkça daha da büyüyen durumlara açılıyor. Kısacası hem kırgınlık hem kızgınlık hissettiğim bir yerden geliyor bu film.

Şirin Bahar Demirel: ‘Kadınların görmezden gelinen ya da yok edilen hikayeleri, ilgilendiğim bir konu’ 3 – Zarafet ve Siddet Arasinda 2023 2 Sirin Bahar Demirel

Bu tarz filmlerde nasıl bir teknik çalışma yürütüyorsunuz, bu tarzda filmler yapmak isteyenler için bir fikir vermesi açısından soruyorum. Animasyon desteği de var, çoklu bir tür denemesi de diyebiliriz sanırım…

Bu film özelinde konuşursam, çok bilinçli ve planlı bir teknik çalışma yürüttüğümü söyleyemem, biraz deneme yanılma usulü ilerledi. Son birkaç senedir kolaj yapıyorum, çocukken yaptığımız gibi kağıtları kesip yapıştırıp, biraz bilinç akışı bir şekilde yeni bir imaj yaratmaya dayalı bir teknikle. Bundan pek bir şey de beklemeden yapıyordum açıkçası, sadece çok keyif aldığım için. Ancak öyle olmadı ve film / video üretimlerimde bir kırılmaya ve genişlemeye yol açtı diyebilirim. Hareketli görüntüleri kağıt parçaları gibi ele alıp, video kolajlar yapmaya başladım ufak ufak. Bu daha sonra yine kağıtlarla yaptığım animasyonlara evrildi. Aslında rotoskop denen animasyon tekniğiyle yapıldı filmdeki çoğu animasyon, stop-motion’ların dışındakiler yani. Ama daha önce bir animasyon tecrübem ya da eğitimim olmadığı için o noktaya gelene kadar, tekerleği yeniden icat etmiş gibi oldum. Filmin deneysel yanı da buradan geliyor. Bir teknik bilgi eksikliğinden ziyade, yaparak düşünmek gibi. Dolayısıyla film, uzun bir okuma-yazma-araştırma-tekrar yazma sürecinden sonra, kurgu masasında ve animasyon denemelerinde ortaya çıktı.

Filmin bir de sergisi oldu sanırım, ondan biraz bahsedebilir miyiz?

Zarafet ve Şiddet Arasında daha kağıt üzerinde bir fikirken, Bilsart’ın video sanatı üretim desteği açık çağrısına başvurmuştum. Bilsart her sene bir sanatçıya video sanatı üretimleri için finansal destek sağlıyor ve süreç sonunda da ortaya çıkan videoyu Şişhane’deki sergi mekanlarında bir ay gibi bir süreyle sergiliyorlar. Benim projem de 2022’deki çağrıda üretim desteği kazandı ve bu sayede prodüksiyona başlayabildim. 2023’ün Temmuz ayında da Zarafet ve Şiddet Arasında ismiyle Bilsart’ta kişisel sergimi açtık. Sergide videonun yanında, filmdeki kırık fincan parçaları ve eşyanın hafızasıyla ilişkili olarak, üzerine akrilik transfer tekniğiyle buluntu fotoğraflar aktardığım bir dizi kırık fincan-tabak parçası da sergilendi.

Yurt dışında yaşıyorsun hala sanırım, orada nasıl yürüyor bu işler, daha mı kolay, daha mı zor, kolektif bir çalışma yapabilmenin yollarını bulabiliyor musun? Bir de kısa film festivallerindeki dinamik nasıl orada?

Proje fonları açısından tabii ki çok daha fazla imkan var, her ülke aynı olmamakla birlikte. Türkiye’deki gibi bakanlık desteğine mahkûm değilsiniz. İrili ufaklı bir sürü fon var ama tabi bununla birlikte talebin ve dolayısıyla da rekabetin fazla olduğunu da hatırlatmak lazım. Zarafet ve Şiddet Arasında şu an festival sürecinde ve festivallerin sektör programlarının çok aktif olduğunu söyleyebilirim. Yönetmenlerin, yapımcıların, dağıtımcıların vs. bir araya gelebileceği ortamların sağlanmasına önem veriyorlar.

Öte yandan iş dışındaki konularda bir eylemsellik gerektiğinde bir araya gelmek ve ortak bir karar alıp hareket etmek daha güç tabii.

Zarafet ve Şiddet Arasında filminin ilk gösterimi Antalya Altın Portakal’da yapılacaktı ama festival iptal oldu. Bu konuyla ilgili düşüncelerin neler? Festivalin iptal edilmesi film üretenler için ne anlam ifade ediyor?

Evet maalesef gösterimler gerçekleşemedi, birçok proje ihtiyaç duyduğu finansal ya da “networking” desteğine ulaşamadı, en önemlisi de biz yönetmenler yapımcılar vs. olarak bir araya gelip kaynaşamadık. Festivalin iptal olması bu anlamda üzücü ama ben bu sonuçtan gurur da duyuyorum açıkçası. Çünkü festival, sansüre tahammülümüz olmadığını ve bizim filmlerimiz olmadan festivalin de olmayacağını kesin bir dille söylediğimiz için yapılamadı. Dolayısıyla evet, bir araya gelemedik ama bir arada hareket ettik. Tabii keşke bunlara mecbur kalmasak ve sadece festivallerin tadını çıkarsak ama…

Şirin Bahar Demirel: ‘Kadınların görmezden gelinen ya da yok edilen hikayeleri, ilgilendiğim bir konu’ 4 – Zarafet ve Siddet Arasinda 2023 poster

Bundan sonra nasıl bir proje var kafanda, uzun metraj çekecek misin?

Uzun metraj sadece bir format, bir hedef değil benim için. Kısa ve uzun metraj filmler süreçleri açısından çok farklı yani prodüksiyonu, fon arayışları, yayıldığı zaman, anlatım biçimleri vs. Anlatmak istediğim hikaye nasıl bir format gerektiriyorsa onu anlamaya çalışıyorum bir projeye başlarken. Yani Kadınlar Ülkesi 52 dakikaydı, daha fazlası sarkardı ya da daha kısası yetmezdi. Zarafet ve Şiddet Arasında ise 15 dakikadan daha fazlasına yayabileceğim bir iş değildi. Bir sonraki projem tam somutlaşmadı kafamda ama deneysel belgesel ve animasyon türüne devam edeceğimi düşünüyorum.

Son olarak neler söylemek istersin?

Teşekkür ederim beni Öteki Sinema’ya konuk ettiğin için. Özgürce filmlerimizi gösterip fikirlerimizi tartışabileceğimiz ama asık suratlı da olmayan, neşeli ve renkli festivallerde karşılaşmak ümidiyle!

Post Views: 46

Benzer Yazılar

Bir Devin Ardından: Donald Sutherland (1934-2024)

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerKaynaklar Sanırım Donald Sutherland’i ilk kez Sylvester Stallone’nin Hürkan (Lock Up, 1989) filminde izledim, 90’ların başı olmalı. Hürkan’ın video kasetini kiralayıp defalarca seyretmiştim, Sutherland o filmde psikopat cezaevi müdürü Drumgoole’u oynuyordu. Zamanla sayısız örneğini başarıyla sunduğunu öğreneceğim gaddar, insafsız adam rollerinden biriydi. Donald Sutherland bu tip karakterleri özel dikim bir kıyafet gibi üstüne geçirmekte hiçbir sıkıntı çekmiyordu, rolüyle bütünleştiğini hissediyordunuz. Sinemada seyrettiğim ilk filmi Uzay Kovboyları (Space Cowboys, 2000) olmalı. Sonraları sinema tarihinin klasiklerini toplayıp seyretmeye başladığımda birdenbire çok sık karşıma çıkan bir isim olmaya başladı. En özgün savaş filmlerinden, gişe canavarı 12 Kahraman Haydut (The Dirty Dozen, 1967), Robert Altman’ın hınzır komedisi Cephede Eğlence (MASH, 1970), Clint Eastwood’lu Çılgın Savaşçılar (Kelly’s Heroes, 1970), savaş-karşıtı filmlerin en iyi ve en yaratıcı örneklerinden Johnny Got His Gun (1971), Jane Fonda ile karşılıklı döktürdükleri neo-noir Klute (Fahişe, 1971), evlat acısını kalbimize kazıdığı Karanlığın Gölgesi (Don’t Look Now, 1973), John Schlesinger’in şaşırtıcı çalışması […]

Her Platforma Üye Olmak Zorunda Mıyız?

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerLisans Anlaşmaları ve Jeo-Bloklama: Kullanıcının Kafasını Karıştıran İkili Pazar sabahı, elimde kahvem, kanepede yayıldım ve dedim ki, “Bugün tam film izlemelik bir gün!” İşim gereği, neredeyse her platforma üyeyim: Netflix, Amazon Prime, Disney+, BluTV, Gain, Exxen… Neredeyse yok yok! Ama gelin görün ki, her ay tonla para bayıldığım bu platformlarda aradığım, izlemek istediğim filmi bulamıyorum! Her seferinde aynı sonuç, filmi bulduğum yer yine Stremio! Evet, Stremio’nun yasal olmadığını biliyorum. Ama bahis reklamlı korsan sitelerin kucağına düşmekten iyidir herhalde. Peki, bu kadar çok dijital platforma üye olduğumuz halde aradığımız filmi-diziyi neden bulamıyoruz? Gelin bu birinci dünya derdine biraz daha üzülelim. 2010’ların başında Netflix’in küresel başarıya ulaşmasıyla dijital içerik devrimi başladı. Netflix, kullanıcılarına geniş bir içerik yelpazesi sundu ve tek bir abonelikle sayısız film ve diziye erişim imkanı tanıdı. O zamanlar her şey güzeldi. Ancak ne olduysa, büyük içerik üreticileri ve dağıtımcıları kısa sürede bu modelin avantajlarını fark etti ve herkes kendi […]

Ronin (1998) – Öteki Sinema

FİLMLER 2 ay önce

İçindekilerKAYNAKLAR “Ronin toprağı veya efendisi olmayan köylü asker ya da samuraylara denirdi. Onlar onurlarını ya da efendilerini yitirdiklerinden ülkede durmadan dolaşır ve başka bir lord kendilerini yanma alana dek geçinmeye çalışırlardı. Bir Ronin’in yeni iş bulması da çok zordu.”Şogun Brian De Palma’nın yönettiği Görevimiz Tehlike’nin (Mission: Impossible, 1996) 450 milyon dolarlık vizyon geliriyle o yılın dünya çapında en büyük gişe başarısını elde etmesinin ardından (Tom Cruise’un sadece bu filmden o tarihte tek başına 20 milyon dolar kazandığı söylenir) benzer temaları (casusluk, karşı-casusluk ve önemli bir nesneyi/cihazı/silahı ya da bilgiyi ele geçirme) ele alan yapımların sayısı artmaya başladı, Enemy of the State (Devlet Düşmanı, 1998) ile Ronin’in (1998) bu dönemin öne çıkan filmleri olduğunu söyleyebilirim. Ronin’i kült mertebesine çıkaran birkaç temel özelliği var. Öncelikle olağanüstü bir kadrosu olduğunu söylemem lazım. Yönetmen koltuğunda gerilim (Seven Days in May, 52 Pick-Up), aksiyon (The Train), suç (Black Sunday, French Connection II) ve casusluk (The […]

0 Yorum

Yorum Yaz

Rastgele

Web sitemiz, gezinme deneyiminizi ve ilgili bilgileri sağlamak için çerezleri kullanır. Web sitemizi kullanmaya devam etmeden önce, şunları kabul etmiş olursunuz.