Kısa filmlerinden tanıdığımız, aynı zamanda filmlerde oyuncu olarak da yer alan Ezgi Ay’a son filmi Maşallah! özelinde kısa film dünyasına ilişkin duygu ve düşüncelerini sordum, sağolsun uzunca yanıtladı… İyi okumalar.
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba Ezgi seni tanıyalım biraz?
Mersin’de doğdum büyüdüm. Üniversite için İstanbul’a geldim 2007 yılında. Boğaziçi’ne gelme sebebim olan Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’nda dört sene geçirdim. Mezun olduğumda oyunculuk yapmak istediğimden emindim fakat bir yandan Can Candan’ın bir dersi için yazmaya başladığım senaryo sayesinde, senaryonun da hayatımın bir köşesinde olacağını anladım. 2014 yılında o senaryoyla ilgili pek çok yapımcıyla görüştüm. Çiğdem Mater’le görüşmemin ardından nasıl becereceğimi bilemesem de çünkü yönetmenlik hiç aklımda olmamıştı, yazdığım senaryoyu bir gün çekebilmek için yönetmenliği denemeye karar verdim. Onun üzerine 2015 yılında Ebe’yi yazdım, Kültür Bakanlığı desteği ile 2016 yılında çektik. 2023 yılının ortasından da ikinci kısa filmim Maşallah! bitti ve 2023 sonunda Uluslararası Uşak Kısa Film Festivali ile festival yolculuğuna başladı. Bu süre boyunca oyunculuk hep vardı. Önce arkadaşlarımın filmlerinde oyunculuk yaptım sonra yavaş yavaş reklamlarda ve başka projelerde yer almaya başladım.
Seni Ramazan Kılıç’ın Servis ve senin Ebe ve son olarak Maşallah! filmlerinden biliyoruz kısa film camiası olarak… Öncelikle kendi hikayelerinde neye dikkat ediyorsun, ya da rol aldığın filmlerde?
Servis, oyuncu arkadaşım Reyhan Özdilek’in benden Ramazan’a bahsetmesiyle hayatıma girdi. Senaryoyu okuduğumda çok sevdim. Ramazan’la buluştuğumuzda filmin nasıl bir oyunculuk istediğini konuştuğumuzu hatırlıyorum, benim için rolü çekici kılan unsurlardan biri de oydu. Filmin konusu, idealist bir öğretmenin bir kararıyla öğrencilerin hayatında büyük bir değişiklik yapması. Filmin odağı o kararın aksiyona geçebilmesi yani öğretmenin servis kullanmayı kendi kendine öğrenmeye çalışması üzerine kurulu. Kendisi için yapmıyor belki ama yardım almadan araba kullanmayı öğrenmesi onun için de büyük bir değişim. Kararlı bir genç kadın var. Ebe’de genç, deneyimsiz bir ebenin atandığı köye, ebeliğe alışmaya çalışmasını izliyoruz. Yine zorluklara sebat eden bir karakter var ortak olarak. Maşallah! ise içlerinde en bana ve benim şehir deneyimime en yakın olanı sanıyorum. Özellikle neye dikkat ediyorum emin değilim. Ben onları değil onlar beni seçiyor sanırım.
Oyunculuk kısmına da değinebiliriz, kendi filmlerinde de kendin rol alıyorsun, biraz ondan bahsedebiliriz? Ve profesyonel olarak yaptığın oyunculuktan, bir fark var mı?
Tabii var. O hikâyenin anlatılması gerektiğini derinden hissetmesem zaten ya yazamıyorum ya da yazdıktan sonra filmi yapamıyorum. Yazdığım işlerin hayali bu sebepten benimle çok uzun süre birlikteler. Bitirene kadar kendimle çok cebelleşiyorum. Oynaması bir yandan daha kolay çünkü çok uzun zamandır benimleler fakat diğer yandan büyük bir baskı oluşturuyor çünkü o rolü oynamanın varoluşsal bir yerden önemi var benim için. O yüzden Ebe’de ve Maşallah!’da “oyuncu beceremiyor o yüzden bir daha alıyoruz” dediğim çok oldu. Yazarının ben olmadığım karakterleri oynamak bazen o yüzden daha özgür kılıyor beni. Dış bir göz var hali hazırda o dünyanın hayalini kurmuş; yönetmen, yapımcı ya da yazar. Eğer onların hayalinin dışına çıkarsam beni tekrar oyun alanına çekeceklerini bilmek rahatlatıyor beni. Rolü editleyenler onlar çünkü. Kendi yazdığım işlerde ise editleyen benim. Dolayısıyla ikisinin de artısı eksisi var.
En son Maşallah! filminde kendisini ne giyse rahat hissetmeyen bir kızın evin içinde ve dışındaki halini anlatıyorsun, biraz klip yöntemini kullanmışsın, bu filmle ilgili düşüncelerini alabilir miyiz?
Maşallah! Ocak ayında kaybettiğimiz, eski ev arkadaşım ve yakın dostum Boğaç Uzun ile 2017 yılında yaşadığımız bir olaydan esinlenerek ortaya çıktı. Aynı evi paylaşıyorduk o zaman. Hazırlanıp bir yere gidecektik. Boğaç hazırlandı ama ben hala gardıroptan kıyafet seçmeye çalışıyordum. Boğaç söylendi, “bu kadınlar niye geç hazırlanıyor” diye. Bir kadının kıyafet seçimi sadece kombin uydurmanın ötesinde bir karar. Hangi toplu taşımayla saat kaçta eve döneceğimize bağlı olarak etek veya elbisenin kısalığına karar verdiğimize, bilmediğimiz bir semtte gece yürüme olasılığını da katarak ayakkabı seçmemize kadar kadınların bu çok bilinmeyenli denklemin sonucunu hep sağ salim, “başlarına bir iş gelmeden” eve dönme üzerine kurduklarını anlatırken buldum kendimi ve o anda Boğaç’a dönüp “bu bir kısa film” dediğimi hatırlıyorum. Farkında olmadan her gün hücresel boyutta yaptığım ve üzerine belki çok düşünmediğim bu hesap kitabı, ilk defa dile dökebildim. Boğaç da ben de çok heyecanlandık bu fikirle. Bir senaryo yazmaya çalıştım ama gözümde canlanan anlatıyı çok karşılamadı zamanında. Ebe’yi de daha yeni çekmiştim, maddi ve manevi çok yorulmuştum, o yüzden bir kenara koydum bu fikri. 2020 yılının Temmuz ayında oturduğumuz evden taşınırken, Boğaç’la iç mekânın görüntülerini o evde çektik ve evden taşındık. Geri kalan görüntüler ise 2022 yılında ve 2023 yılının başında çekildi. Bir senaryo yoktu ama sekanslar vardı yazdığım. Açılış Sekansı ilk tacize kadar, sonra Chaplin Sekansı, sokakta orasını burasını kapatmaya çalışırken gittikçe mekanikleştiği, küçüldüğü, eciş bücüş bir hal aldığı, ardından Kabus Sekansı ile temsili bir ölüm gördüğümüz ve eve dönememe ihtimali… Buraya kadar hep iç-dış arası kestiğimiz bir anlatı varken buradan sonra dışın iç mekana sızdığı, kamusal alanın içeriye, kadının kafasına, özeline ve bütün hayatına penetre ettiği bölüm var. Sonunda da aynanın kırıldığı bölüm. Aslında klasik bir senaryo matematiğinin 15 maddesine bakarsak, çoğunu bulabiliriz sekanslarda sırasıyla. Sadece filmde sahnelerle ve diyalogla anlatmıyoruz çünkü anlatmaya çalıştığımız bir anlık bir his. Filmin kurgusunu yaptığım arkadaşım Asya Leman’la da hep bunu aradık: Nasıl bir his bu? Tekinsiz ve güvensiz hissederek sokağa çıkmak ve sokakta böyle var olmaya çalışmak ne demek? Biliyoruz ki bu bireysel bir paranoya da değil, kafamızda kurduğumuz bir tehlike de değil. Yürümek çok gündelik bir aksiyon halbuki, fakat kimileri için çok hayati. Hele de birlikte yürüyebilmek. Korkmadan, gece, bütün renklerimizle el ele yürüyebilmek yapabildiğimiz bir eylem değil yıllardır. Filmin sonunda o yüzden ayna kırıldığında kısa bir anlığına da olsa başka kadınları görmek önemliydi benim için. Çözüm de sorun da bireysel değil çünkü. Bütün film boyunca gördüğümüz kadının yalnızlığının panzehiri sokağa birlikte çıkabilmek ve dayanışmak. Jenerikte, mahlukların yaratıcısı Funda Sakarya’nın muzip yaratıcılığı ile temsili Onur Yürüyüşü ya da bir 8 Mart yürüyüşü görmemizin sebebi de o. Jeneriğe eşlik eden orijinal rap parçamız Lily-N’den. Bir gün İstiklal’de söylemek umuduyla…
Ebe filminde bir doğa köyünde kendisini köyün kadınlarına kabul ettirmeye çalışan genç bir ebe var. Biraz deneyimsizlikle deneyimin çatışması var, bir de sır paylaşımı… Bu hikâyenin ortaya çıkış hikayesi merak ettirdi doğrusu…
Ebe, annemin ebelik anılarından esinlenerek yazdığım bir kadın dayanışması hikayesiydi. Filmdeki ilk ve son doğum annemin başından geçmiş gerçek olaylar. Annem ebelik anılarını sürekli anlatır, özellikle de komik olanlarını. O yüzden ilk doğumu çok dinlemiştim ondan. Bir gün filmdeki son doğumu anlattı: Anormal doğan bir bebek… O anıyla bir anda kafamda Ebe’nin hikayesi oturdu. Film, şehirden gelen ve modern bilgiye sahip genç ve tecrübesiz Ebe ile köyün lokal “alaylı” ebesi arasındaki husumeti konu ediyor. Bu husumet, filmin sonunda başka bir kadına yardım etmek için iki ebenin dayanışmayı seçmesiyle bitiyor. 2018’de !F İstanbul ile başlayan festival süreci, Santa Fe, SESIFF, Uçan Süpürge, Alpavirama gibi festivallerle devam etti. Son birkaç aydır Ebe’yi özel gösterimlerle Ebelik Bölümü öğrencileri izliyor. Şimdiye kadar Cerrahpaşa, Ege, Üsküdar, Erzurum, Ürgüp, Tarsus gibi üniversitelerde izlendi. Kasım ayında İzmir’de gerçekleşen 1. Uluslararası ve Ulusal Ebelik Tarihi Konferansı’nda ben ve annemin katılımıyla bir gösterim de oldu. Mesleğe yeni başlayacak ebeler, filmin ilk sahnesindeki ebenin heyecanını paylaştıklarını dile getiriyorlar hep. Film festivallerinden sonra medikal bir çevrede de Ebe’nin izleniyor olması beni çok mutlu ediyor.
Ve Ramazan Kılıç’ın Servis filmi. Orada da farklı bir öğretmene hayat veriyorsun, biraz deneyimlerini paylaşır mısın o filmle ilgili? Büyük şehirlerde görev dağılımı algısının tam da terse dönüşmüş hali…
Sanıyorum idealist dememizin sebebi o. Sistemin sizden beklediği, sizin kendinizden beklediğinizden az ise ve bu içinize sinmiyorsa, o kişilere idealist diyoruz galiba. Bürokrasinin sınırlarında kalmak içine sinmiyor öğretmenin ve inisiyatif alıyor. Tekrar servis için ve bir de şoför için başvurabilir tabi ki bakanlığa ama onun cevabını beklemek, o seneki öğrencilerin eğitim yılını kaybetmek de demek. O yüzden servis şoförü de oluyor öğrencilerine.
Bundan sonraki projelerini bizimle paylaşır mısın?
Maşallah! festival sürecine devam ediyor. İFSAK Kısa Film Yarışması kapsamında 11-17 Mart’ta İstanbul’da izlenebilecek. Onun yanında Ebe’yi bu aralar bir dizi senaryosuna dönüştürmek için çalışıyorum.
Film festivallerine katılıyor musun, oradaki etkileşimi nasıl buluyorsun?
Katılmaya çalışıyorum. Seyirciyle birlikte izlemek hep çok heyecan verici. İnsanın dili damağı kuruyor resmen. Ekip arkadaşlarımla birlikte yaptığımız filmi izlemek de çok mutlu ediyor. Ebe’de genelde son doğum soruluyor ve o konuşuluyor. Maşallah!’ın ise henüz bir gösterimi oldu. Uşak’ta filmi izleyen öğrenciler filmin hislerine tercüman olduğunu söylediler.
Son olarak neler söylemek istersin?
Kısa filmlerle ilgilendiğiniz teşekkür ederim.
Post Views: 62
0 Yorum